Kadin olmak ne demektir? Bir kadin olarak erkekler dünyasinda nasil yasanir? Bu sorunun yaniti her çagda degisiyor. Degismeyen sey ise önyargilar: Kadin cinsi zayiftir; “ikinci cinstir”; erkekten asagidir; hükmedilen, boyun egendir. Kadin dogasinin özgürce yasanabildigi huzurlu bir dönem oldu mu hiç? Büyük büyük anneannelerimiz, asklarini ve anneliklerini nasil yasiyorlardi? Erkekler eslerinin karnini denetimleri altina almayi ilk ne zaman akillarina koydular? Çaglar boyunca kadinlar, çocukluklarini, ergenliklerini, olgun yaslarini ve yaslilik yillarini nasil geçirdiler? Onlara ne gözle bakildi? Bir yanda tüp bebek uygulamalari yapilirken diger yanda “namus” cinayetlerinin islenebildigi günümüzün çeliskili dünyasinda bu konuda neredeyiz peki? Iste kadinlarin büyük romani karsinizda! Dört istisnai kadin, birçok fikrin ortaya atildigi gözü pek sohbetlerde, mesleki terimlerden uzak yalin bir dille, tabulari yikarak anlatiyorlar kadinligin tarihini… Kusaklar boyunca krallar, din adamlari, babalar ve kocalar tarafindan dayatilan ahlaki, sosyal ve cinsel baskilara karsi verilen sessiz savas, uzun ama henüz sona ermemis bir yürüyüs burada anlatilan. Bugün bile toplumda, aile içinde, çiftlerin beraberliginde, yatak odalarinin mahremiyetinde yasananlar, eskide kaldigi iddia edilen önyargilardan gerçekten de uzak mi?