Din konusu doğru bir metodoloji üzerinden çözümlemek, sorunun gerçek mahiyetine ulaşmak bakımından büyük önem arz etmektedir. Analizlerin genellikle verili disipliner mantık çerçevesinde ya çok parçalı, ya da kapsamı bakımından çok sınırlı kaldığı kolaylıkla söylenebilir. Din konusu, pozitivist mantığın sunduğu dar kalıplarla çözümlenemeyecek kadar karmaşık ve bir o kadar da çetrefilli bir sorundur. Her şeyden önce şu söylenmelidir ki; din olgusu sadece toplumun inanç alanıyla sınırlı bir konu değildir. Her dinin kendine özgü bir ritüelistik yapısı olduğu bilinmektedir. Kuşkusuz ayinlerin yapısı da toplumun ve bireyinin yaşantısı hakkında önemli veriler sunulabilir. Ki, nihayetinde ibadet tarz ve biçimleri de direkt kendi toplumunun sosyo – ekonomik, sosyo – kültürel yaşantısına göre biçim kazanmaktadır.
Dinleri sosyo – kültürel yapı bütünlüğü kapsamında ele alıp değerlendirmek, ancak ve ancak doğru bir epismetik çerçeveyle mümkün olabilir. Burada olaya nereden ve nasıl baktığımız büyük önem kazanmaktadır. Örneğin; pozitivizm de epistemik bir çerçeve sunmaktadır. Daha özgün olarak İslam dünyası açısından değerlendirildiğinde Selefilik de bir epistemoloji sunmaktadır. Pozitivist teorinin iddia ettiği gibi dinler, insanlık tarihinde salt bir aşamayla sınırlı bir konu değildir. Bu yaklaşım tarzı her şeyden önce tarihselliğin bütünlüğünü de büyük oranda bozguna uğratmaktadır.