Zihni unuttuklarıyla dolu bir tanrı, başlangıcı bilinmeyen yekpare bir zamanın ucundan ayaklarını sarkıtıyor…
Zamanı elinde oynatamayacağını bilen bir kadın Kadıköy Rıhtım’ın birbirinden habersiz ip gibi uzanan sokaklarının birinde oğlunun Rita tutkusuna gem vurmaya çalışıyor…
Birinin ağına takılıp düşmesini bekleyen her köşeye sinen sessizlik…
Bedeninden bağımsız bir pervane gibi yükselen kafa… Yıldızları içinde taşır gibi sulu bakan iri gözler…
Ayşenur Tanrıverdi yaşadığımız anda, elimizin altında bambaşka dünyalara tanıklık edebileceğimiz bir evrene davet ediyor bizleri. Bu evren onun zihninin etrafında dönüyor ve oradan yeryüzüne düşen insanlar burada bir başka yaşam buluyor, sonra o insanlar bize kendilerini anlatıyor. Böylelikle o dünyaların çekim alanına kapılıyor ve kendimizi bir başka evrende buluyoruz. Çünkü orada zaman bölünmez; yekpare, güzel ve kıvrılarak ilerleyen bengi bir şiirin mısralarından aşağı kayar gideriz.
Eh, akıllıca dualardı bunlar. Bazı insanların erdem, yetenek ve yüceliğe adanmış olduklarını görüyor ve bundan mutluluk duyuyordum. Yine de bunca pişmanlığa, yakarışa, dövünmelere rağmen ‘akıllarından öyle kötülükler geçiyordu ki anaları hiç doğurmasa daha iyi ederdi onları…
Her yeni günah, yeni bir dua doğuruyordu.