Biz felakette tabiatın rahmine düşen, parklarda ve çadırlarda dünyaya gelen yeni bir insan nesliyiz. Eski hayatlarımızı; kazanma ve kaybetme üzerine kurdukları modern tahakkümü; sömürüyü; eğitim yetersizliğini; fırsat eşitsizliğini; ataerkil yapıları ve kötü çalışma koşullarını; sefaleti; asfaltla kaplı sokaklardaki yılışık duyguları ve ısı yalıtımlı kalın duvarların arasına sıkışanların yalnızlığını, can sıkıntısı ve değersizlik hissini; kapıları silahlı telsizli bekçilerce tutulmuş hapishanelerden farksız sitelerdeki depresyon, gelecek kaygısı ve para endişesi, çok çalışma gereği, başarı dayatması, kazanma, biriktirme ve sahip olma hastalığını reddediyoruz…”“Yepyeni bir yaşam kurabiliriz diyen İstanbul’u dinledikçe yıllardır susturmak için her yolu denediğim içimdeki sesi öldürmeyi başaramadığımı, aslında ona değil, içimdeki sese kulak verdiğimi anlamaya başladım.
”“Ben sadece hakikati Boğaziçi’ndeki bir anaforda beliren yansımasından takip etmeye çalıştım; yazı, onun peşinde koştururken ardımda bıraktığım izden başka bir şey değildi.”“Haydi, ne duruyorsunuz? Yanaşın siz de kulak verin bu hikâyeye. Ben, denizlerin gökyüzüne ayna kesildiğini zannediyordum; ama ne gökyüzü denizlere yansıyormuş ne de denizler gökyüzüne. Maviliklerin sırrı evrenin sonsuz karanlığında gizliymiş. İşte ben size dünyamıza renk veren bu karanlıktan nasıl siyah ışık sağabildiğimizi anlatacağım.Ve hakikate giden yolu o ışıkla nasıl aydınlattığımızı.Ve özgürlüğü felaketin avuçlarından nasıl kana kana içtiğimizi…”