“Yakutiler hâlâ çırpınıyorlar mı, yapışık oldukları duvarda?”
Cihat Burak’ın 1960-1992 yılları arasında kaleme aldığı öyküleri bir araya getiren Yakutiler (Yunus Nadi Yayımlanmamış Öykü Ödülü, 1992), tıpkı 1981’de okuruyla buluşan Cardonlar gibi, Ferit Edgü’nün deyimiyle, “Burakça” bir dünyaya açılıyor: Duvar tepelerinde tarih öncesinden kalma yakutilerin kıvrandığı, melun kedilerin konağını-bahçesini kaybetmeye yüz tutmuş bir İstanbul’da devriye gezdiği, kahvelerde toplanan okumuş takımının bacaklarına sürtünerek dolaştığı bu âlemi, resimden ve mimariden de beslenen irkiltici bir gözlem gücüyle, külyutmaz bir bellekle ve ince bir alayla hikâyeleştiriyor Cihat Burak.
Sait Faik’i kapılara kadar indiren komiseri düşünüyorum, bir zamanlar asma katında piyano bile çalınan, sabahlara kadar açık Nisuaz’ı, birer küçük akademya olan Petrograd, Leningrad, Moskova kahvelerini, birkaç kuruşla oturulabilen Viyana’yı, yemekleri de birası kadar nefis Fişer’i, akşamları sinemaya gitmek için çıkmış, vitrinleri seyreden aileleri, insanın çekildiği köşesinde istediği kadar okuyup yazabildiği, kimsenin kimseye karışmadığı o yerleri düşünüyorum…