“Kimi iyi sanıyordu beni, kimi kötu¨. Kimi kanatlı diyordu, kimi kanatsız. Kimi sinsi diyordu, kimi sözlerin yakıyor. Buluştukları tek ortak nokta u¨ç yu¨zlu¨ olmamdı. Hâlâ bu konudan vazgeçmiyorlardı. Başımıza onca şey gelmiş, aman, diyorlardı, Melek ne de benziyor hepsine. Ama kararlıydım. Artık duymayacaktım. Önu¨me bakacaktım. Önemli vazifelerim vardı. Zaman kaçtı. Hiçbiri geçmez oldu sert kabuğumdan artık. Gittikçe bu¨yu¨du¨m. Odalara sığamadım. Evi yıkacak olunca da kovuldum. Sırtlandım incilerimi. Yıktığım dağları yurt tuttum.”
Hiçbir yaşam bir diğerine benzemiyor ama her yaşam birbirini aynalıyor. Hiçbir öykü bir diğerine el vermiyor ama her öykü, farklı yollardan aynı mekâna varıyor. Ve hiçbir yazar kelimeleri aynı şekilde birleştirmiyor ama her yazar anlatıcının gölgesine şekil veriyor. Bu kitabı somut bir varlığa benzetecek olsaydık, kıvrımlarıyla uzayıp giden ince bir yol olduğunu söylerdik. Güneş batmak üzere ve yol ne tarafa gideceğini yolcusuna asla haber etmiyor. Kıvrımlar her seferinde başka bir tarafa sapıyor, şekiller değişiyor hatta imkânsız şekiller deneniyor. Fakat yolun kendisi ve onun bir yol olduğu gerçeği değişmiyor. Merve Çakır, birbirinden farklı öyküleriyle yepyeni yollar deniyor. Üç Yüzlü Ejderhanın Anlamsız Hikâyesi okurunu oldukça farklı bir üslûpla karşılıyor.