Thomas Senlin bütün kariyeri boyunca bu yolculuk için para biriktirmiş, bu yolculuğu planlamıştı. Hakkında pek çok şey okuduğu harikaları görmek istiyor ve bu sinirleri için bir imtihan olacaksa da soğukkanlılığının ve zekâsının üstün geleceğini umuyordu. Babil Kulesi’nin çok az bir kısmına da olsa tırmanmak onun en büyük hevesiydi ve bunun için çok heyecanlıydı… Burası medeniyetin deniz feneriydi. Eski deyişte “Dünya Kule’yi sarsamaz, Kule Dünya’yı sarsar” deniyordu.
*
Sahte kapı görevlileri gri önlük giymiş, dilenen bir keşişe zorbalık yapıyorlardı. Huzursuz keşiş “Kule’nin kurtarılması gerek! Kökünden hastalık saçıyor. Çürük biziz! İnsanoğlunun marazı bulutlara ve yıldızlara sıçramadan yıkılmalı!” diyerek muhafızları ikna etmeye çalışıyordu. Sesinde tiz bir delilik duyuluyordu. Senlin, Kule’nin tanrısallığına inanan mistikler olduğunu okumuştu ama literatürde bu mezhebin sona erdiği söyleniyordu.
*
“Böyle bir vahşete nasıl göz yumabiliriz? Kule’nin bir ahlak abidesi olduğunu zannediyordum ama bana gösterdiklerine bak! İşkence, sahte adalet ve halka açık cinayet. Parlayan, kanlı elli canavar adamlar. Vicdan yoksunu zırdeliler ve aktörler. Burası insanlığın su yolu falan değil; insanlığın bataklığı.”