“…Biz konuşmaya devam ederken bir sırrı açıklayacak gibi duraklayan çoban birden bir su kuyusundan bahsetti. Anlattığına göre bu kuyu kaldığımız yere yakındı. Çoban kuyudan koku geldiğini söylüyordu. Çobanın dilinden anladığımız kadarıyla, bu kokuyu bize anlatması ölen herhangi bir canlıdan bahsetmediğini ortaya koyuyordu. Niye bu zaman ve niye bize anlatıyordu? Ortak anlaşılmış bir sırrı mı açıklıyordu? Yoksa bir korku duvarını mı yırtmaya çalışıyordu? Bilmiyorduk. Ama derinlere sinen bir korkunun var olduğunu hissediyorduk. Tuhaf bir ihanet ve tuhaf bir sonuç çıkartmıştı yaşanılan olay. Arkadan hançerlenecek bir koku alıyor, bir şeyleri saklıyorlar gibisinden bir ruhları vardı. Beyinlerinin arkasında olan bir şeylerin olduğu anlaşılıyordu. Zayıf ve korkunun birleştiği o an sır saklama ile bir olunca tuhaf tuhaf yüzler çıkartmıştı. Bunu önceleri de anlamıştık, fakat olaya dair elimizde hiçbir bilgi yoktu. Bir tanıklık var gibisinden onları yabancılaştıran, aslında yalana alıştıran bir durum yüzlerinden okunuyordu, ama neydi? Plan o kadar mükemmel hazırlanmıştı ki, başka türlü düşünmek neredeyse imkânsızdı.
“Tuhaf bir kokuydu. Piling arkadaşı kuyuya indirdik. İnmesi ile bağırması bir oldu. Sır parçalanmıştı. Yeni günler inanılan hikâyelerin değişmesiyle başlarmış, sözü doğruymuş. Şahmaran öyküsü burada değişmişti. Erkek, artık ihanet etmiyordu. Masallarda geçen lal ve sağır insanlar kentine benzer Bikêrê köyü, bir çobanın itirafı ile değişmiş, zamanın çarkı tersten dönmüştü. Şahmaran kentindeki kayıp yolcu ortaya çıkmıştı, ama sadece kayıp yolcu değil; ona yolu kaybettirenler de başka zamanlarda aranmış, bulunmuşlardı…”
Yaşanmış gerçek hikâyeler. İlginç zamanların adanmış tanıklarınca dile geldiğinde masalsı ve epik öğeler ayrışıp ilk saf anlamını bulduğu gibi sağır duyularla peşinden sürükleyen an ve tarihin kendisi de bulanıklığından arınıyor, belirsiz bir özlemde dile gelen kayıp mecrasını yeniden buluyordu.