Aylardır gözaltı, işkence, tutuklama ve ölüm haberleri geliyordu dört bir yandan. Görüyor, duyuyor, okuyor, ancak bir şey yapamıyorduk. Parçalanmıştık. Birinin gözü, ötekinin kulağı, diğerinin kalbi saçılmıştı oraya buraya. Her bir parçamıza başka isimler veriyorduk; kimi zaman onunkine sağduyu diyorlardı, kimi zaman bununkine deneyim… Kimdik biz, neydik, adımız neydi, hiçbiri önemli değildi bunların. İsteyen sezgi diyordu, isteyen bellek, bir başkası gelenek, öteki ortak bir duyarlılık…
Tamamlanmamış yaşamlar, arada kalmış insanlar, 80 döneminin acımasızlığı ve yaşamın kendine özgü sürprizleri… Mehmet Atilla’nın yeni romanı Paramparça, 80’li yılların “ikili” yapısını eşine az rastlanan bir “ikizlik” hikâyesiyle birleştirerek vicdanları sorgulatan, hakiki ve çarpıcı bir Türkiye kesiti sunuyor.
“Kolektif vicdan” olarak adlandırılabilecek bir üst akıl ve ses kullanan Paramparça, yalnızca 12 Eylül’ün izlerini sürmekle yetinmeyip, gündelik yaşamın üzerimize boca ettiği bazı sürprizleri ve bunların uzantılarını da anlatmaya çalışarak okurun metin içindeki gezintisini çekici hale getirmeye özen gösteren sarsıcı bir yapıt.
Gerçeklik ile kurgu arasındaki boşluklarda gezinerek genç kuşaklarda farkındalık, deneyimli okurlarda ise bellek tazelenmesi yaratmayı arzuladığını belirten Mehmet Atilla, Paramparça’da, yakın tarihimizde geçen karanlık bir dönem üzerinden güçlü bir aşka, parçalanmış ilişkilere ve savrulmuş yaşamlara tanıklık ettiriyor.