“İçimden “N’olmuş bu gözlerine senin?” demek geliyordu. Tuhaf bir duyguya kapılmıştım. Sanki kalabalık bir yerde gözlerini düşürmüştü de, binlerce insan basa basa onların üstünden geçmişti. Sonra da o, bu ezilmiş, parçalanmış, pörsümüş iki gözü yerden alıp göz çukurlarına doldurmuştu bastıra bastıra. Belki de bin yıl, on bin yıl yaşamış bir insanın gözleri olabilirdi böyle.”
Beyoğlu’nda kitapçı dükkanı olan bir adam, aynı semtin arka sokaklarında bulunan Pansiyon Huzur’a taşınır. Sahibesi İnci, kiraladığı apartman dairesini geçimlik pansiyona çevirmiştir.
Açtır İnci ama aynı zamanda açgözlüdür. Son derece huysuzdur ama kolaylıkla yola gelir. Acımasızdır ama kuru ekmeğini bölüşecek kadar yufka yüreklidir. Ağzı bozuktur ama Fransızca döktürür. Kibardır ama asaleti omuzlarından bir şal gibi fırlatıverir. Nasılsa öyle bir kadındır, yapmacıksız ama “Beyoğlu sinemalarında oynayanlardan daha ‘film’ bir kadındır.”
Pansiyon Huzur müşterileri, komşuları, sokağından geçenleri ve hayranlarıyla dolu; merkezinde İnci’nin bulunduğu küçücük bir evrendir içinde bulunduğu toplumun biçimlendirdiği ve o toplumu yansıtan…
Pansiyonda her zaman bilindik yeni bir şeyler olur, aynı olaylar sürekli gelişir; sıradan insanlar sıra dışı karakterlere dönüşür, bilinenler sırlara, taş duvarlı yapı sırça bir saraya. Artık sokakta durup seyreylediğimiz bir vitrindir Pansiyon Huzur, İrfan Yalçın’ın kaleminden bir mucize…
İrfan Yalçın ilk kitabı Pansiyon Huzur ile 1974 yılında Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda, 312 değişik konulu yapıt arasından, ikincilik ödülünü kazanmıştır.