Arap elifbâsı, tarih boyunca İslâm’ı kabul eden toplulukların ve devletlerin ortak kullandıkları bir yazı olmuştur. Bunun temel sebebi, İslâm’ın temel iki kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm ile hadis-i şeriflerin Arapça olmasıdır. Bundan dolayı, İslâm dinine giren Türk toplulukları ve bunların kurdukları devletlerde kullanılan Türkçe, Farsça gibi diller de Arap elifbâsı ile yazılmıştır. Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve birçok devlet gibi, Osmanlılar da bunu uygulamışlardır. Bütün diller canlı, yani değişken olarak nitelendirilirler. Canlılık deyince akla gelen gelişme, ilerleme, değişme hatta ölüm, diller için de geçerlidir. Bu değişime etki eden birçok şey vardır. Dilin konuşulduğu coğrafya da bu etkenlerden biridir.
Dünya tarihindeki en geniş coğrafya ve en uzun ömre sahip devletlerden biri olan Osmanlı Devleti resmî dil olarak, devleti kuran ve omurgasını oluşturan kesimin dili olan Türkçe’yi kullanmış, diğer müslüman devletler gibi, Türkçe’yi Arap elifbâsıyla yazmıştır. Bunun yanında, bütün dillerde bulunan değişme özelliğinin sonucu olarak, kullandığı Türkçe başka coğrafyalarda kullanılan Türk lehçelerinden bazı farklılıklar göstermiştir. Bu farklılık bazı kelime telaffuzlarında, fiil çekimlerinde olduğu gibi, bazı imla (yazım) kurallarında da ortaya çıkmıştır.
yazılan metinleri anlamak için o alanda kullanılan dili yani üslup ve kavramları bilmek gerekir; Türkçe yazılan bir tıp kitabını herkesin anlayamayacağı gibi.