Yazmak, hüsran’dan kurtulmanın bir yolu olarak çıkıyor karşıma…
Bir kulluk eylemi olarak algılıyorum bu amaç ve çabayı.
Anlatılması gerekenleri anlama çabası ilk durak ama mesele burada bitmiyor doğal olarak. “Hak ve sabır” kavramları çerçevesinde duygu ve düşüncelerimi bir yürekten başka bir yüreğe taşımak “hüsran”dan kurtulmanın bir başka yolu olarak görünüyor bana…
Bu kavrayış, bir sorumlulukla yüz yüze getiriyor beni.
Anlıyorum ki, aklım da kalbim de dilim de sorumludur.
Zira insan, tabiat ve hayat gerçeği olarak karşımda duran tabloda gördüklerim var: Aşklar, ölümler, zulümler, bazen yükseltilmesi gereken bir çığlık, bazen mutlaka söylenmesi gereken bir türkü yahut bir destan…
İnsan, hayat, eşya ve tabiat…
Bunları anlatmam gerekiyor. Çünkü onları anlamanın ve anlamlandırmanın bir yolu da yazmaktan geçiyor.
Sonra nasibim oranında alabileceği, içinden devşirebileceğim sır ve hikmet levhaları…
Böylece içerden dışarıya; dışarıdan içeriye sürekli bir yolculuk, sürekli bir alış-veriş…
İşte bu yolculuğun imkanları şiir oluyor, hikaye oluyor, roman oluyor. Onlarla bir yürekten bir yüreğe hatta bin yüreğe taşınıyor.