Bu kitap, bir kadının fantezi ve gerçeklik arasında oluşturduğu kuvvetli bağ ile hayatta kalma mücadelesini anlatıyor.
“Fantezi de gerçeklik kadar yoğun ve eski,” der Ursula K. Le Guin. Sahi, fantezi olmasaydı gerçekliğin bir anlamı olur muydu?
Suyun ortasında bir Frig tası… Tasın içinde ben… Bir o yana, bir bu yana savruluyoruz. Sudan buharlar yükseliyor. Hava sıcak, çok sıcak… Bir yandan da korkunç bir yağmur yağıyor. Güçlükle tasın kenarına tutunup etrafa bakınıyorum. Burası deniz mi? Sular gözlerime, ağzıma giriyor. Yer gök birbirine karışmış. Etrafımda hışırtıya benzer konuşmalar… “Korkma, başlangıçta da sadece su vardı,” diyor upuzun, simsiyah saçlı, gencecik bir kadın. Bir su perisi gibi süzülerek geliyor ve elimden tutup yanına çekiyor beni. Birileri üstümüze turuncu renkli çiçekler fırlatıyor. “Seneye yine gel, seneye yine gel,” diye bağırıyorlar hep birden. Dedemi görüyorum sonra.
“Birer katreyiz her birimiz, ummana kavuşmayı bekleyen. O, her şeyin tek kaynağı ve tüm varlıkların son durağıdır,” diyor gülümseyerek.Tam o anda, arkada bıraktığım onca insan arasında annemi görür gibi oluyorum. Yüzüne kazara bir ışık vurmuş gibi gözlerini kırpıştırıyor.
Gülerek el sallıyor bana. İçimi bir huzur kaplıyor. Yağmura ve beynimi delen seslere aldırmadan derinlere dalıyor ve ana karnındaki bir bebek gibi büzülüp yeni bir hayata doğmak için bekliyorum.