“Benim efendim iki cihanın bekçisidir; kâh o âlemde kâh bu âlemde dolanır. Dilediği vakit dilediği kılığa girendir o; kâh hancı kâh yolcu olarak görünür.”
Birinci Dünya Savaşı… Osmanlı İmparatorluğu Yemen cephesinde ağır bir yenilgi almıştır, Yemen’de açlık, sefalet, zulüm ve yıkım vardır.
Savaşın dehşetiyle cayır cayır yanan çöllerde yiğitliği ve boyun eğmezliğiyle nam salmış olan Osmanlı subayı Tevfik, ihanetin en acısını tadar ve kayıpların en ağırını yaşar. Ancak her şeyini kaybeden Tevfik ihanetin ortasında gerçek aşka kavuşur.
“Dedim, efendim ben ıssız çöllerin ortasında bir başıma kaldım. Benim cefamdan kimin haberi vardır? Dedi, oğul sen garip değilsin, elbet senin de bir sahibin vardır. Kor gibi yanınca kavuşursun O’na, O, senin gönlünün tahtında oturan yârdir. Dedim, efendim ben her solukta ayrı bir gam çektim. Benim gördüğüm zorlukların hesabını kim sorar? Dedi, oğul bu yıkık dökük yer senin evin değildir. Öfke ateşini söndürdüğün vakit bahtının sabahı ta akşamdan doğar. Dedim, efendim ben güneşin nuruna hasret kaldım. Benim düştüğüm derdin hikmetini kim bilir? Dedi, oğul bu karanlık yer senin evin değildir. Aklı gönülle değiştiğin vakit hayal bile edemediğin şeylerin hepsi başına gelir.”