Akıl, Hakim olan Allah’ın yarattığı ruhani bir cevherdir. O aynı zamanda kalpte var olarak doğru ile yanlışı birbirinden ayıran bir nurdur. Rehberliğinin yanında akıl, insana özgü bir bilme ve bilgi edinme vasıtasıdır. Onunla varlığın hakikati kavranılır; merak, kaygı, şüphe giderilir ve müspet eleştiriye kapı açılır.
Aklın işleyişi hakikatle ilişkilidir. Hakikat, aklın prensipleriyle tespit edilir; kalbin işaretiyle bulunur. Hakikat gibi görünenler, ancak hurafe ve dalalet dairesinde yer bulur. Ayartmak, kandırmak ve baştan çıkarmak, insanı akıl ve kalbin prensiplerinden uzaklaştırıp denge ve mantık terazisini alt üst ederek istikametten ayırır.
Aklın mantık yolunu takip etmesi, kalple banşması için de şarttır. Akıl kalple uyumlu olursa, mizan ve ayar bozulmaz. Eylemler akılla düşünülür, duygularla yapılır, kalple olgunlaşır.
Vahiy, akla sığmayanı, mantık ilkelerinin açıklayamadığını izah edip çözebilir. Yeter ki, onu anlayacak selim bir akıl, temiz bir kalp olsun.
İlâhi hitabın mahalli ve muhatabı, kalptir. O, aynı zamanda marifet ve irfan kaynağı olarak, erdemleri ortaya çıkaran latif bir varlıktır. Bununla birlikte inanç, düşünce ve bilgilerimizin kaynağı, vasıtası ve mekânı olan kalp, vücut ve bedenin sultanıdır. Onun veziri ise, beyin yani akıldır.
Kalp; sadr, füad, elbab gibi manevi aklı ortaya çıkarır ki, o zaman akleden kalbe dönüşür.
Erdemle nurlanan kalp, kurtuluş ve mutluluk içindedir. Dolayısıyla arınmış kalp bize istikameti gösterir. Dosdoğru yoldan aynlmayan kalp, Hakk’ı ve hakikati kendisine rehber edinmektedir.