Ömer Faruk, bu küçük ama tezli kitabında bir “entelektüel hamle” daha yapıyor ve “toplum”u tartışmaya açıyor.
Yaklaşık yüz yıl önce kayıtlara geçmiş, “Tahakküm doğayla başlar, kadınla sürer, çocukla diğer nesillere aktarılır,” cümlesine kulak veriyor ve salt insanlardan oluşmuş bir toplumsallığın “sürekli kriz”e kayıtlı olduğuna dikkat çekiyor. Ona göre insan merkezli düşüncenin bir ürünü olan “ulus devlet” varlığını kendisine değil düşmana bağlı olarak sürdürmektedir, düşmana bağımlılık ise toplumun kendi kendisini kurban etmesinden başka bir şey değildir.
Çünkü özne olamayan toplumu başlatır, tahkim eder ve savunur. Toplum başkasının ölümünde kendisini gerçekleştiriyorsa, nedeni, özne olamayanların toplamı olarak bizzat ölümü temsil etmesidir. Ölüm, toplumun ayrılmaz parçası olmuş; toplum ölümü, ölüm de toplumu biçimlendirmeye başlamıştır. Yüksek sesle söylenmesi gereken basit, çıplak gerçek ise şudur: Toprağı işgal etmek üzerinden varlığını inşa eden her toplum, bir “ölüm severlik” örgütlenmesidir.
Yazar, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100., Gezi Parkı Şenliği’nin 10. Yılında yeni bir başlangıç önerisinde bulunuyor: Hareketli ve hareketsiz canlı türlerinin yanı sıra toprağı, kayaları, havayı, nehirleri ve denizleri de kapsayan yeni bir toplumsallık üzerine düşünmeye davet ediyor.
Çünkü her varlığın varlığını sürdürmesinin diğer varlıkların varlığını sürdürmesine bağlı olduğunu artık kabul etmemiz ve bu ölüm severlik sürecinden çıkmamız gerekiyor.
Gilles Deleuze’ün “yüklü ve yükümlü olma” uyarısını dikkate alarak yeryüzü ile dünya’ya farklı içerikler veriyor ve Türkiye Cumhuriyeti adı yerine Gül ile Bülbül Cumhuriyeti adını gündeme taşıyarak başlama vuruşunu yapıyor.
Varlığının diğer varlıklara bağlı olduğunu idrak eden varlıklar için… Gül ile Bülbül Cumhuriyeti, insan merkezciliği siyasetçilerin yanı sıra filozofların da kurtulamadığı bir düşünsel hastalık olarak tanımlıyor ve bir çıkış yolu arıyor. Bu kısa ama yoğun metin, okuyucuyu meseleyi kendi bireyselliği üzerinden de sorgulatmayı hedefliyor. Kaçırmamanızı öneririm.
Gül ile Bülbül Cumhuriyeti, insan merkezciliği siyasetçilerin yanı sıra filozofların da kurtulamadığı bir düşünsel hastalık olarak tanımlıyor ve bir çıkış yolu arıyor. Bu kısa ama yoğun metin, okuyucuyu meseleyi kendi bireyselliği üzerinden de sorgulatmayı hedefliyor. Kaçırmamanızı öneririm.
Can Batukan