Yirminci yüzyıla damgasını vuran en çarpıcı karakterlerden biriydi şüphesiz Frida Kahlo…
Gerek dış görünüşü gerekse iç dünyasının zenginliğiyle o, tüm zamanların en dikkat çekici, seçkin ve tartışmasız en özgün sanatçılarındandı. Kara bir martıyı andıran kaşları onun imzası haline geldi. Giydiği etnik giysiler ve saçlarını süslediği çiçekler zaman içerisinde onunla bütünleşti.
Küçük yaşında çocuk felciyle başlayan acıyla imtihanı, geçirdiği o korkunç kazadan sonra iyice palazlanacak ve peşini ölene dek bırakmayacaktı. Sakat bacağı ve gün geçtikçe ıstırap kaynağı haline gelen bedenine rağmen Frida, acımasız hayatın önüne koyduğu sayfaları mahirce süsleyecek, her haliyle dışarıya yansıttığı o rengârenk karakterinin eşsiz tonlarıyla nakış gibi işleyecekti. Bedeni hep acı çekti ancak ruhu da bundan nasibini aldı. Büyük usta Diego Rivera bile, sanatından çok Frida Kahlo ile olan fırtınalı aşkı ile anılacaktı artık. Kadın, erkek, bitki, hayvan ve hatta nesnelere duyduğu o kuşatıcı sevgisi ve arsız tutkularına müptelalığı, Frida’yı aşkın peşinde
bir ömür boyu derbeder edecekti.
Her defasında körkütük âşık olarak
sana döndüm.
Ya da aslında senden hiç gitmemiştim.