İktisadi ve stratejik açıdan Asya’nın kalbi olarak nitelenen kadim Türk yurdu Doğu Türkistan, tarihin hemen hemen her döneminde stratejik öneme sahip olmuştur. Asırlar boyunca hür ve bağımsız yaşayan Doğu Türkistan, Asya ile Avrupa arasındaki coğrafi vaziyeti, yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile son asırlarda Rusya ve Çin arasında paylaşılmaz bir ülke konumunda kalmıştır.
Nitekim 1759 yılında, Çin’de hüküm süren Çing Sülalesinin ilk işgaline maruz kalan Doğu Türkistan, 1864 yılında tekrar hürriyetine kavuşmuş, takip eden yıllarda da Kaşgar merkez olmak üzere Yakup Beg önderliğinde devlet haline gelmiş ve 1877 yılına kadar da bağımsızlığını korumuştur. Bu durum karşısında askerî, siyasî ve iktisadî çıkarları bakımından Asya’da güçlü bir Müslüman-Türk devletinin kurulmasından ve özellikle de bu yeni devletin Osmanlı ile olan münasebetlerinden endişe duyan Rusya ve Çin’in menfaat ve politikaları kesişmiştir. Batı Türkistan’ı işgal eden Ruslar Doğu Türkistan sınırlarına dayanırken, Çing Sülalesi de Doğu Türkistan’a saldırmaya başlamıştır. Akabinde güneyden gelen İngiltere’nin de işin içine dâhil olmasıyla Doğu Türkistan meselesi bir anda milletlerarası boyut kazanmıştır.
İşgal ettiği Doğu Türkistan’da tam anlamıyla sömürgecilik politikası izlemeye başlayan Çin, 1884 yılında Doğu Türkistan’ın adını değiştirerek, yeni ele geçirilen topraklar anlamına gelen ve hâlen kullanılmakta olan Şin-ciang (Xin-jiang) ismini vermiştir. Doğu Türkistan, bu tarihten itibaren büyük bir hüznün, acının yaşanacağı işgalle karşı karşıya kalmıştır. Bu hazin dönem, Doğu Türkistan tarihinin aydınlatılması ve bugün Uygur Türklerinin maruz kaldığı etnik ve kültürel soykırımın temellerinin anlaşılması bakımından büyük bir ehemmiyet taşımaktadır.
Ali Ahmetbeyoğlu