Can Dündar
Milliyet 13 Eylül 2007
78’liler Girişimi öncülüğünde oluşturulan heyette odalar, dernekler, partiler, enstitüler var.12 Eylül’de Diyarbakır cezaevinde neler yaşandığını araştıracaklar. New York için “11 Eylül Komisyonu” ne ise, Diyarbakır için “12 Eylül Komisyonu” odur. Hem yaşanan vahşeti sergileyebilir; hem bir daha yaşanmasını önleyebilir.2 Nisan 1984’te Genelkurmay Başkanlığı, Diyarbakır Cezaevi’nde 12 Eylül’den o güne kadar 53 kişinin öldüğünü açıkladı.14’ü kendini asmıştı. 23’ü çeşitli hastalıklardan ölmüştü.7’si ölüm orucunda can vermişti.7’si ise işkencede öldürülmüştü. Peki, devletin kontrolü altındaki bir cezaevinde, 3 yıl içinde 53 kişinin ölmesiyle ilgili bir soruşturma yapıldı mı? Görevliler sorgulandı mı? Sorumlular hakkında kamu davası açıldı mı? Sonucu ne oldu? 78’liler Vakfı, “Bilgi Edinme Yasası”na dayanarak bu sorulara cevap istiyor.Ortada belge, bilgi, açıklama yok; iddianame de bulunmuyor. Ama ölenler adına yazılmış, iddianame sayılabilecek bir kitabı geçen gece okudum ben…Bayram Bozyel’in “Diyarbakır 5 Nolu” kitabı (Deng, 2007) bir vahşet romanı adeta…Nazi kamplarını andıran sahnelerle dolu bir roman…Yazılanların binde biri bile doğruysa, sadece dönemin sorumlularının yargılanmasını değil, konuya bunca yıl duyarsız kalmış herkesin utançla başını eğmesini gerektirecek bir roman…Yazılanları nakletmem zor: Bozyel, “Disko” denilen işkencehanede çırılçıplak Filistin askısına asılışını, cinsel organından ve serçeparmağından elektrik verilişini, kalaslarla öldürülesiye dövülüşünü, tabanları yarılıncaya dek falakada yatırılışını ayrıntılarıyla anlatıyor. Kış soğuğunda üzerlerine hortumla basınçlı soğuk su fışkırtılan mahkûmların neden zatürre olup öldüğünü kestirmek zor değil. Lağım çukurlarında yüzdürülüp başları postallarla suya batırılanların, makatına cop sokulanların, Co adlı köpeğe esas duruşta tekmil verdirilenlerin, eğlence için canlı kurbağa, fare dışkısı ya da kusmuk yedirilen, sidik içirilenlerin, niye intihar ettiklerini tahmin etmek de zor değil. Falakadan sonra arkadaşını sırtına alıp durmaksızın koşması istenirken dövülenlerin, niye ölüm orucuna yattığını, sonra niye dağa çıktığını düşünebilmek de zor değil. Hele İstiklal Marşı’nın bütün kıtalarını ezberleyemediği veya koğuş sorumlusunun cümle cümle okuduğu Atatürk’ün hayatını yeterince yüksek sesle tekrarlamadığı ya da koşarken “Her Türk asker doğar” diye haykırmaya mecali kalmadığı için öldüresiye dövülenleri öğrenince, bu toplumun cumhuriyetten, Atatürk’ten neden, nasıl soğutulduğunu anlamak da zor değil. Dedim ya, bu belge kitapta anlatılanların binde biri bile doğruysa bugüne gelebildiğimize şükretmemiz gerekir. PKK nasıl oldu da bu kadar insafsızlaşabildi, o kadar vahşi yöntemlerle nasıl oldu da bu kadar büyüyebildi, bunca halk desteğini nasıl sağlayabildi; merak ediyorsanız, onun “Diyarbakır 5 Nolu”da nasıl doğurtulduğunu okuyun. Ve hem insan vicdanı hem toplumsal adalet adına, devletin bu katliamı soruşturması talebine destek olun…