O çok övündüğümüz medeniyetimiz kan üzerine kurulu.
Bu kan deryasının içinde hiçbirimizin üstünün başının temiz kalması mümkün değil.
İşçi sınıfının yılmaz savunucusu Ernest Everhard’dan öğrendikleriyle hayatına yeni bir yön verip mücadelesine ortak olan eşi Avis’in yaşadıkları, kaleme alınışından yedi asır sonra, 1908 yılında, Anthony Meredith’in önsözü ve dipnotları eşliğinde nihayet elinizdeki halini alır. Bu eserde Demir Ökçe’nin ezdiği insanların hikâyelerini okuyacak, başkahramanın söylev niteliğindeki cümleleriyle sınıf çatışmasının acımasız yıkıcılığına kulak verecek, sonrasında ise kendinizi Demir Ökçe’ye karşı verilen kıran kırana sokak mücadelesinin ortasında bulacaksınız.
Söz konusu bir asırdan uzun zaman önce Amerika Birleşik Devletleri’nde yazılan bir kitap olsa da burada anlatılanlar aslında günümüz dünyasının herhangi bir yerinde yaşananlardan çok da uzak değil. Okurken usta yazar Jack London’ın kaleminden çıktığını unutup sanki yaşanmış bir hikâye dinliyormuşsunuz hissine kapılacağınız, eşsiz bir sınıf mücadelesi anlatısı olan Demir Ökçe, distopya edebiyatının ilk örneklerinden kabul edilmekle birlikte, 1984, Biz, Cesur Yeni Dünya, Damızlık Kızın Öyküsü gibi pek çok eserin ilham kaynağı olmuştur.