Sözler, seslerin yüzümüze nakşeden dövmeleridir. Doğu, bu gök kubbenin altında vuku bulmuş tüm bilgelerin gölgesidir. İşte bu gölge ile dövme arasında salınıyor imgelerimiz.
Bir kadının elleri olur yaşamın zarafeti; dünyanın teninden insanın ruhundaki uçurumlara tırmanmıştır; sanat, edebiyat ve felsefe olmuştur kendi oluşunun seyrinde. Doğu’nun bilgeleri sözün kıyılarında gezinir; düşlerimiz onların hatırına esirgemez bizden kendini. Her solukta sözcüklerle tazelenir yaşam tutkumuz. Yaşamın sert, köşeli ve kıyıcı güçleri karşısında sanatla ve edebiyatla sağaltırız incinmiş ruhumuzun kabını. Sığmadığımızda içine doğduğumuz dünyaya, sözcüklerle kurarız uzamı sonsuz diyarları.
Şiir ve müziğin biçimlendirdiği Doğu, kökendeki kader gibidir; en uzaklardaki yakına ulaşmak için çıkılan yolculuklar diyarıdır. Sözün araladığı kapılardan geçmek, ardına düşülenin gölgesini ışık bellemek, yüzeylerde derinliği ve ufukta beliren başka türden varlık biçimlerini adlarıyla çağırmak için eşiğimize, kıyısında adımların suyun hafızasını. Uzunca bir zamandır suskuyla dolmuştur hikâyesi insanın; çağın ruhuna boyun eğmesin diye insan, bilmenin ötesine sarkmalıdır kalbi avuçlarında… Sussa da bütün ketumluğuyla geçmiş, teklifsizce gevezelik etse de gelecek; bizimle ayni dilin içinden konuşur şimdinin hakikati. Şimdinin içinden geçerken susmak, başka türden varlık tarzlarına da sağır eder çağın insanını. Esirger kendini bizden geçmişin dinginliği, geleceğin fısıltısı; şimdiye mıhlanır kalırız hikayesiz…
Bir salkım sanat, bir bohça düş katmak için şimdinin akışına, tarihe sarkıyor bu denemeler; gözlerini ufukta beliren gelecekten ayırmadan. Serpileceği diyarları arıyor dilimizde sözcükler. Söz şiire ve müziğe tutundukça, bakışımıza bahşediyor yazı öncesine ait ne varsa yaşamdan yana…