“Adımı bilmiyorum. Her an değişiyor. Kim olduğumu da dolayısıyla bilmiyorum. Bir adım olsaydı oradan hareketle kim olduğumu çıkarmaya çalışırdık. Nereden gelip nereye gittiğim ise daha da karışık. Çünkü nereden geldiğimi art arda düştüğüm yollar unutturdu. Nereye gittiğimi ise ben belirlemiyorum. Bir an bir yerde başka bir an diğer bir yerde buluyorum kendimi. Rüzgâra tutulmuş bir yaprak gibiyim. Başımı unuttum, sonumu bilmiyorum.”
Bir Yoksulluk, Ahmed Sadreddin’in Karac’oğlan Üçlemesi’nin ikinci halkası. Bu halka geçmişin ve bugünün, dünün ve yarının, gerçeğin ve hayalin çivisine asılmış vaziyette. Bir Yoksulluk mekân ve zamanla kayıtlanmamış bir anlatı. Anlar, dalgalar gibi birbirine kalbolmuş şekilde arz-ı endam ediyor. Hadiseler birbirinin içinde doğuyor. Bazen Orta Çağ’ın aydınlığında bir İslâm beldesinde, dervişlerle birlikte buluyorsunuz kendinizi; bazen de içinde bulunduğumuz karanlık çağda sırtında bir çanta, yüreği ağzında sığınacak yurt arayan mülteciler ile.
Birbirine tutunarak yürüyen iki şerhoşun hikayesi Bir Yoksulluk. Birbirlerinin en gizli sırlarına âşina olan, birbirlerinin içlerinde seyr eden iki seyyah. Birbirine görünmez bir iple bağlanan ayrı dünyalardan iki adamın hayat suyuyla yazılmış bir hikâye.
Yoksulluk bu kitapta hem bilinen manasıyla hem de sûfilerin işaret ettiği şekilde karşımıza çıkıyor. Bir yandan eli-kolu bağlayan bir çaresizlik, diğer yandan sonsuz bir imkân olarak. Kaderin cilvelerine karşı eli-kolu bağlanan kahramanlar bir çaresizlik tünelinden geçerek yabancısı oldukları bir dünyada, bilmedikleri şehirlerde, tanımadıkları insanlarla gerçek üstü yolculuklarda buluyorlar kendilerini. Ait oldukları âlemde hiç yerlerinden kımıldamadan. Bir Yoksulluk bunların hikâyesi.