Osmanlı İmparatorluğu’nun parlak ve çalışkan pedagogu Satı Bey’den sadece on yıl içinde Arap milliyetçiliğinin öncü teorisyeni Satı el-Husri’yi yaratan süreç sadece kişisel bir dönüşüm hikâyesi olarak anlaşılamaz. Uzun süren savaşların, bitmek bilmeyen mücadelelerin, zaferlerle bitişik hayal kırıklıklarının ortasında mücadele azmi ve büyük irade gücüyle sivrilmiştir Satı el-Husri. Onun 1919 yılında İstanbul’u terk edip Suriye’ye gitme kararı alması Osmanlı basınında, Suriye’nin bizden ayrılacağı kesinleşti yorumlarına sebep olmuştu.
Bir imparatorluk (Osmanlı) yıkılmış, bir krallık (Suriye) kurulmuştur ama bu hikâyenin sadece kopuş kavramıyla açıklanamayacağının en somut örneği Satı El-Husri’nin hayat hikâyesidir. Osmanlıcılık siyasetinin savunucusu Arap milliyetçiliğinin teorisyeninden büsbütün farklı bir kişi miydi? Osmanlı İmparatorluğu’nun din ve ırk esaslarına göre yönetilmemesi gerektiğini söyleyen Satı Bey, aynı ölçüyü kendi Arap milliyetçiliği için de savunmamış mıydı? Din, mezhep, bölgecilik farkları üzerinde yükselmeyen laik bir Arap milliyetçiliğinin mümkün olduğuna inanan Satı Bey’in mücadelesi bizi yaşadığımız coğrafyanın acıları kadar imkânları üzerine de düşünmeye çağırıyor. Cleveland’ın kitabı okura bir Arap milliyetçisinin oluşum sürecinin dikkatli bir tanıklığını vaat ediyor.