Elinde kitabınla, büyülü bir anın içinde kaybolduğunda ya da bir rüzgârın çekinerek bir orkide çiçeğine sessizce dokunduğunda. Kitabın sayfalarına uzun nehirler gibi akan simsiyah saçların ve baktığı her şeyi eriten, mühürleyen iri siyah gözlerinle. Pencere kenarında menekşeler, buhurumeryemler, fesleğenler ve kadife çiçekleri arasında. Bir mermerden daha beyaz parmaklarınla sayfaları çevirdiğinde, aramıza sonsuz mesafeler koyardın. Balkonda göründüğünde yaz mevsimiydi. Aylarca yaz mevsiminin gelmesini beklerdim. Etrafında mutluluktan donmuş bir zamanın sessizce titremesine aldırmadan kim bilir hangi hikâyenin içine karışır giderdin. Çekinerek, gizlice duvarın arkasından seyrederdim. Başını bir an kaldırıp göreceğini düşünüp korkuyla beklerdim. Başka bir gezegenden dünyamızı teşrif etmiş gibiydin. Bütün renkler yumuşak parıltılarla etrafında nefes alıp verirken sana yakın olmanın coşkusuyla kar taneleri gibi eridiğinde, ne kadar da güzeldin.
“Beyaz Melek’te çaresizlik ve tevekkülün saflığı, Çember’de utanç ve kırgınlık hâlâ aklımda. Çünkü bu hikâyeler bir anda tüketebileceğimiz şeyler değildir. İmajlar dünyasında, başparmağımızla aşağı doğru yollanınca aklımızdan çıkan ucuz şeyler resimlere ya da metinlere benzemiyorlar. Bazılarımız bilir, bedeli ödenmiş şeyler vardır hayatlarımızda. O sular artık bizimdir ve kimsenin ellerine teslim etmemiz beklenemez. Mesut Doğan’ın karakteristik özelliklerinden birisi de, öykü kahramanlarına dair yaptığı ayrıntılı gözlemlerdir. Kişilerini öyle bir çizer ki, baştan aşağı sırra vakıf oluruz. Fiziksel anlamda bir tarif değildir yaptığı. Aksine ruhu görür ve onu analiz eder.”
Gülhan Tuba Çelik