Kurân-ı Kerim, Saffat 37/ 181
Hz. Musa’nın Kurân Vahyi ile haber verilen kıssasının Mısır bölümü, mustazâf bir kavim için nebevi harekete özel sorumluluk yüklemiştir. Nebevi hareketin Musa’dan önceki işlevi, resul ve nebilerin kendi kavimlerine gidip, kendi kavimlerini uyarmak ve müjdelemek olmuştur. Bu uyarı ve müjdeleme sonucunda, o kavim içerisinde inananlar Allah’ın yardımıyla kurtulmuş, diğerleri ise toptan Allah’ın o kavme özel azabıyla yok edilmişlerdir. Oysa Mısır döneminde Hz. Musa, kendi mustazâf kavmini zulüm ve baskıdan kurtarmak için görevlendirilmiş ve bu görevi uygulayabilmek için, başka bir kavim olan müstekbir Firavun ve ona itiraz etmeyen halkına gönderilmiştir. İşte Hz. Musa’nın kıssasının Mısır bölümü, zalim-mazlum, müstekbir-mustazâf ulusal mücadelenin keyfiyeti hakkında bizi bilgilendirmektedir.
Kavramların insanın maddi ve manevi hayatında yaşamsal önemlerinin olduğu bir gerçektir. Kurân’da bu manada yüzlerce kelime vardır; İstikbar ve istizâf kelimeleri de işte böyle yaşamsal kavramlardandır. Düzeni istikbar olan sınıf ve yapıları tanımlayan müstekbir kelimesi ve bu sınıftan ayrı ele alınmaması gereken mele ve mütref kelimeleri de bu kavramlardandır. İstizâf kavramının üzerlerinde eyleme dönüştüğü sınıf ise mustazâf kelimesiyle ifade edilmektedir. Genel olarak bu kavramların kendisinde içkin olduğu mantaliteyi anlatan kavram da cahiliyye kelimesidir. Çünkü cahil olmayan, adil olan bir toplumda mustazâf da bulunmaz.
Kitap, Giriş ve sonuç hariç dört bölümden müteşekkildir. Giriş bölümünde Hz. Musa’nın mücadelesini kendi ulusu olan İsrail üzerinden yürüttüğünü ve önceki peygamberlerden farklı olarak, Hz. Musa’nın iki farklı topluma, yani müstekbir Firavun ve kavmi ile mustazâf İsrail kavmine gönderildiğini ve ilahi mesajlar eşliğinde halkının kurtuluşuna ilişkin ulusal mücadele yürüttüğünü anlatmaya çalıştım.
Birinci bölümde “kavram” kelimesinin kendisi ve muhteviyatıyla ilgili açıklamalara ve örneklemelerle genel ve özel yorumlara yer verdim. Bunu yaparken felsefe ve sosyal bilimler sözlüklerinin “kavram” kelimesine dair açıklamalarından yararlandım.
İkinci bölümde, Kurân-ı Kerimde; ilgilendiğimiz müstekbir ve mustazâf kavramlarının, gönderildiği toplumla yakından ilgisi bulunan Hz. Musa’nın kıssasını kronolojik olarak sunmaya çalıştım. Bunu yaparken ilgili ayetlerin insicamlı bir sunumunu yapmaktan öte konuya bir müdahalem olmadı. Sonrasında Musa’nın Haberi’ne dair kısa bir yorum yaptım.
Üçüncü bölümde, ilgili kavramlara dair genel bir değerlendirme yaptım. Özellikle mustazâfın kim olduğunu, Kurân Vahyi çerçevesinden tanımlamaya çalıştım. Zira istikbar ve müstekbir kelimeleri bir sınıfı ve sosyal ve ekonomik etkin bir siyasal düzeni tanımlarken, mustazâf kelimesi ise, yalnızca edilgen bir sınıfı haber vermektedir. İstizâf, sınıfsal olduğu gibi ulusal da olabilmektedir. Yani, yalnızca aynı değerler etrafında toplanmış bir sınıfa istizâf edilebildiği gibi özel olarak bir ulusa da istizâf hasredilebilmektedir. İstikbar her yer ve zamanda olma istidlaline sahiptir, ancak İstizâf her yer ve zamanda olmakla birlikte belli bir yer ve zamanda belli bir toplumsal kitleye veya “ulusa özel” biçimde de uygulanmaktadır. Kurân Vahyinin haberleri arasında ulusal istizâfa örnek olan İsrailoğulları’nın, Musa ve Firavun zamanındaki Mısır serüveni, bu yüzden, konumuz gereği kitabımızın odağını teşkil etmektedir.
Dördüncü bölümde, istikbar-müstekbir, mele-mütref, cahiliye ve istizâf-mustazâf kavramlarının Kurân-ı Kerim’de geçtiği ayetleri vererek kelimelerin anlamlarını yazıp, ayetlerin gruplar halinde kısa yorumlarını yaptım. İstikbar-müstekbir ve mele-mütref ve cahiliye kelimelerini bir birleriyle bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bu yüzden istikbar-müstekbir kelimelerinin yanında bu kelimeleri de inceledim. Keza istizâf kelimesi de cahiliyenin eylemi olarak ortaya çıkan bir kavramdır. İstizâf sınıfını da, istizâf olunanlar manasında mustazâflar oluşturmaktadır: Bu sınıf, edilgen bir sınıftır. Yani varlığı istikbârın varlığının sonucudur. Mustazâfın iman-küfür veya erdem-erdemsiz niteliği istikbâr karşısındaki duruşuna bağlıdır.
Ayetlerin yerlerini tespit edip, kelimelerin anlamlarını ele alıp ve onları açıklayıp yorumlarken; çeşitli Kurân-ı Kerim Lügatlerinden ve başta Mevdudi ve Seyyid Kutub olmak üzere tefsir kitaplarından ve ayrıca yoğunlukla Muhammed Esed’in meâl tefsirinden, mukayeseli olarak yararlandım.
Kitap, Sonuç Yerine başlığı altındaki sonuç bölümüyle bitmektedir. Bu bölümde kişisel bir takım tartışmalarım ve analizlerimle, bazı şeylere, kitabın ana konusu olmadığından sadece işarette bulundum. Ancak kitaba, sonuç bölümünü okuyarak başlamak yararlı olacaktır.
Her şeyin en doğrusunu ancak Yüce Allah bilir!