Elinizdeki kitap, milliyetçilik üzerine yapılan ve onu modern çağın bir nevi belası olarak gösteren kimi spekülasyonlara karşın bu ideolojinin; insanlığın moderniteye, kalkınmaya, uygarlığa ve nihayetinde demokrasiye giden yolunun kilometre taşlarını döşediğini savunmaktadır. Yine bununla beraber, milliyetçiliğin, 18. Yüzyıldan başlayarak günümüze kadar uzanan süreçte, tüm dünyada ezilen milletlerin bağımsızlık mücadelelerinin temel dinamiği olduğu gerçeğini de tüm yönleriyle ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Bu ideolojiye yönelik en haksız suçlamalardan birincisi onu ırkçılık ve faşizmle birlikte anmak, ikincisi ise yine onun aşırı bir biçiminin şovenizme dönüşeceğini iddia etmektir.
Oysa ırkçılık feodalizmin çözülmesiyle birlikte iktidarını yitiren aristokrasinin bir sınıf ideolojisi olarak ortaya çıkmış ve anti-milliyetçi karakterini günümüze kadar korumuştur. Yine faşizm de ırkçı ideoloji gibi milliyetçiliğe karşı bir tepki ideolojisidir.
Diğer yandan milliyetçiliğin kolaylıkla şovenizme dönüşebileceği iddiası da gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü milliyetçilik milletlerin doğasında içkin olarak varlığını sürdürürken şovenizm ise kolonyalist rejimlerin kendi politikalarına meşruiyet sağlama adına kendi toplumlarına zerk ettiği bir olgudur.
Milliyetçilik konusunda bir diğer paradoks ise, kendini bunun karşısında komunlandıran sosyalizmin, evrensellik iddiasının aksine 20. Yüzyıldaki tüm başarısını aslında milliyetçiliğe borçlu olduğu gerçeğidir.