“İdarecilik anlamındaki iktidarcı-devletçi siyasette geçmişten günümüze iktidarın ve iktidarcıların kendi sorunlarını çözmek için en kötü durumda yıkımlara varan kanlı iktidar savaşları, “en iyi durum”da ise iktidar paylaşımlarına gitmekten başka bir çare ve yol bulamadıkları görülüyor. Buna alternatif olarak demokratik komünalistlerin iktidara karşı özgürlük, farklılıklar temelinde eşitlik, adalet, demokrasi, demokratik otorite ve demokratik yönetim esaslarında zihniyet ve vicdan devrimi yaşayıp, yalana ve zora dayalı bütün hiyerarşileri aşmayı hedefleyen tarzda, yeni paradigmayı bu temelde inşa ettikleri de biliniyor. Katı ulus devletlerin ve bunların şoven sahiplerinin her türden tehdit ve kanlı saldırılarına, küresel güç ve iktidar odaklarının yürüttüğü halkların özgür iradelerini teslim alma hesap ve operasyonlarına rağmen, Rojava’dan Bakur’a öz yönetim ve öz savunma devrim ve hamlelerine kadar bu mücadelenin somut tarihsel-toplumsal sonuçlara yol açtığı ve daha fazlasıyla da buna gebe olduğu açıktır. Öz savunma savaşlarında yaşanan büyük zorluk ve sıkıntılar, geçici mevzi kayıpları bu gerçekliği ortadan kaldırmadığı gibi, egemenlerin öfke ve telaşı aslında gerçekliğin itirafı olarak yansıyor: Katı ulus devlet iktidarları çözülüyor, küresel iktidar güçleri kriz ve kaosa cevap olamıyorlar. Çözüm daha fazla halkların, toplumların kendi özgür demokratik iradelerinde aranır olmaya” başlamıştır.”
….
“Kuşkusuz demokratik otorite ve demokratik yönetimden söz ettiğimizde temel referansımız ahlaki ve politik toplum gerçeğidir; diğer bir ifade ile demokratik toplumun (komünalitenin) kendisidir. Bu çalışmanın temel doğrultusu da iktidara karşı demokratik otorite ve demokratik yönetimi doğal, tarihsel, toplumsal kültürel mecrasından izleyip, kavram-kuram ve kurumlarıyla anlamaya çalışarak, ahlaki ve politik toplumun çağdaş ve güncel ifadesi olan demokratik toplum açısından yeniden ele alınması ve yorumlanması çabasına mütevazı bir katkı sunma gayretidir.”