İdil, her ne kadar kır şiiri anlamını taşıyor olsa da, bu ad kolayca toplumun iç dünyasının diline oturtulamayacak gibiydi. Her ne kadar “ilçe” olarak anılsa da, ilk bakışta bir köy olduğuhemen göze çarpıyordu. Çünkü tamamı birkaç kaç öbek evden öteye geçmiyordu. Küçük bir sırtın yamacına yaslanmıştı. Evlerin mimari yapısı köy görüntüsünden zerre kadar uzağa gitmemiş; küme küme duran evler, birbirine yapışık duran damlar, göze hoş gelmektenziyade güvenlik kaygısıyla inşa edildikleri hemen ele veriyor gibiydi. Öbek öbek duran evlerin, sakinlerinin de akraba olduklarını tahmin etmek zor değildi. İnsan sayısı çoğaldıkça, kümelenmiş bu evlere bir yenisi daha ekleniyordu. Zamanla eklenen bu evlerden dolayı zar zor geçilebilir sokaklar kendiliğinden ortaya çıkıyor; evleri birbirinden ayıran dar sokaklar ilçeye bir gizem havası da katıyordu. Bu gizemli hava sokakların darlığından mı, yoksa Süryanileri kötüleyen anlatımlar üzerinden mi şekillendiği de bilinmiyordu. Bu türden öyküler fazla sorgulanmadan her yerde ballandıra ballandıra anlatılıyor ve hatta anneler uyumayan çocuklarını korkutup uyutabilmek için bu türden karabasan öyküler anlatıpher defasında “Filleh hatin” (Hristiyanlar geldi!) derlerdi.
(Romandan alıntı)