Yaz kış yavaş akar Dicle. Hiç acelesi yoktur, telaşa kapılmaz, yolu uzundur çünkü Dicle’nin.
Yağmurlu havalarda da yavaş akar, zaten yağmur da yavaş yağar Dicle’nin üstüne. Düz bir ovanın içinde dümdüz yoluna devam eder.
Surlar ise üzgün, bitkin, yorulmuş… Artık duymak istemiyor bu sesleri. Yıkılmak istiyor her şeyin üstüne. Dicle’ye bakamıyor.
Akşama doğru kızıllaşır Karacadağ. Kırmızı turuncu arası bir renge bürünür. Yangın var zannedersin. Patlayan bir volkanı andırır işte o zaman Karacadağ.
Öğretmen Eylül’ün, kendini yazgılarına tanıklık ederken bir roman karakterine dönüştürdüğü üç kadına artı bir kadın olma hikayesidir elinizdeki kitap. Yazdığı romanın içinde kaybolan Eylül’ün pek tasarlamadığı bir durum olsa romanına karakter olmak. Yaşamın yaratıcısı kadınların zor yaşamları ve tüm zorluklara rağmen bir şehri Dicle’nin, Sur’ların, Karacadağ’ın tanıklığıyla yeniden var etme anlatısı bir bakıma. Diyarbakır’ın bu anlatılan üç mekana aynı Eylül gibi artı olma hikayesi. Mekanın insanı, insanın mekanı yaratmasının iç içe geçtiği çok bilindik ama unutulmuş bir zamana davet ediyor yazar bizi.
Roman, konusunun yanı sıra kısa cümleleriyle bir halk anlatısı tadına varan üslup ve teknik olarak da postmodern katmanlarıyla dikkatleri üzerine topluyor. Songül Kartal, bu ilk kitabıyla fazlasıyla bir şansı hak ediyor.