Duyduklarımızı anlatırken dürüst olmak zorunda değiliz, ama gördüklerimizi anlattığımızda dürüstlük bir nevi vicdanımızın sesi olur. Belki de bu bir beklentidir sadece. Bu oyunda bir zaman yoktur. Ama insanoğlu tüm gerçek doğası itibariyle Necip karakteri üzerinde vücut bulur. Zamanı dert edindik. Çünkü bizi değiştireceğinden korktuk. Oysa asıl korkmamız gereken başkaydı. Görmedik. Başta da belirttiğim gibi kutsal metinlerde bizlere aktarılan bu hikâye kısa ve özdür. Bundan yeni bir hikaye çıkaracaksam şayet, benim de dürüst davranıp kısa ve öz bir hikâye yazmam gerekiyordu. Bunun içindir ki, bu oyunu kısa tuttum.
İki kardeş kurban sırasında sadece kendi kurbanlarının dumanının Tanrı katına yükselmesi için nefeslerini tüketiyorlarsa ve bu nefeslerini birbirleriyle paylaşmıyorlarsa şayet, orada bir yarış başlamış demektir. Ya da kardeşlerden biri toprağın etrafını çitle sarıp bu benimdir, diye bağırıyorsa; diğeri de buna ses çıkarmıyorsa burada da bir yarış var demektir. Ve bu hiç de masum bir yarış olmayacaktır. Kötülük gizildir. Bundandır ki, insanoğlunun yaşadığı her yer aynı zamanda bir kusuru da barındırır. Ve bu kusur bir yerden sonra kendini trajik bir son ile bir cinayette somut kılar. Oyunda Necip; Hâbil’e sorar: ilk kötülük tohumu hangisidir, diye. Paylaşılamayan bir nefes mi? Yoksa dökülen bu ilk kan mı? Necip’in bu sorusuna, ne yazık ki verecek bir cevabımız yoktur. Çünkü dünya, bu sorunun etrafında dönüyor.