Hicri beşinci asra kadar herhangi bir sayı ile sınırlanmaksızın ve infirâd usûlü ile okunan kıraatler bu asırdan itibaren kıraat-i seb‘a esas alınarak ve indirâc usûlü ile okunmaya devam etmiştir. Hicri dokuzuncu asrın başlarına kadar bu şekilde devam eden kıraat eğitimi İbnü’l-Cezerî’nin (ö. 833/1429) en-Neşr’i kaleme almasıyla birlikte yaygın olarak kıraat-i aşere üzerinden sürdürülmüştür. Gerek en-Neşr’in içerdiği kıraat, rivayet ve tariklerin fazlalığı gerekse indirâc usûlünün getirmiş olduğu zorluktan ötürü kıraat vecihlerinin birbirine karışmasını önlemek için tahrîrât çalışmalarına ihtiyaç hâsıl olmuştur. Bizzat İbnü’l-Cezerî tarafından Anadolu’da temelleri atılan en-Neşr ve Tayyibetü’n-Neşr tahrîrâtı, Tahrîru’t-Turuk adlı eseriyle Ali el-Mansûrî (ö. 1134/1721), el-Îtilâf adlı eseriyle Yusuf Efendizâde (ö. 1167/1754) ve Bedâi‘u’l-Burhân adlı eseriyle Mustafa el-İzmîrî (ö. 1155/1742) gibi alanın öncü isimlerince sürdürülmüştür. Hatta söz konusu mütehassıs âlimler benimsedikleri birtakım usûl ve yöntem farklılığıyla birbirinden ayrışarak her biri kendi adına nispetle anılan ekolün/okulun temsilcisi olmuşlardır.
Hicri on üçüncü asrın başlarında, Fatih Camii’nde uzun süre kıraat dersleri okutan ve Mısır tariki icâzet silsilesinde yer alan Ahmed er-Rüşdî (ö. 1217/1802) tarafından kaleme alınan Mürşidü’t-Talebe adlı eser de bu alana matuf önemli çalışmalardan biridir. Zikri geçen üç âlimin söz konusu eserlerinden de istifade ile telif edilen ve henüz yazma halde bulunan Mürşidü’t-Talebe hâlihazırda ülkemizde devam eden kıraat eğitiminin temel kaynaklarından biridir. Ahmed er-Rüşdî ve Mürşidü’t-Talebe’nin kıraat ilmindeki yerinin tespitini konu edinen bu çalışma, kıraat ilmine ilgisi olanlara ve bilhassa aşere-takrîb sahasında çalışma yapanlara kıraat ilminin temel konu ve kavramlarına dair bilgi vermenin yanı sıra en-Neşr ve Tayyibetü’n-Neşr tahrîrâtı gibi sahanın zor konularını basit bir dil ve üslûpla ele alarak hem nazarî hem de pratik bilgiler sunmaktadır.