“Onu öldürmüşlerdi, konağın en üst kattaki odasında üç ay boyunca tıkırtısı durmak bilmeyen
daktilosunu ayaklarıyla çiğneyerek anısını yok ettiklerini sanmışlardı, yazdığı kâğıtları
yırtmışlar, bahçede bir ateş yakıp hepsini içine atmışlardı; ama tıpkı insanın bedenine yerleşip
de, tam hastalığın kökü kazındı sanırken geri dönen bir virüs gibi, Jacinto Solana’nın kaçak
sözleri, bitip tükenmez yazısı da yirmi iki yıl sonra yeniden ortaya çıkıyordu, hem de
Minaya’nın tahmin ettiğine göre, tam da isteyeceği yerde: o evin en el değmeyen noktasında,
sevdiği kadının gelinliğiyle ipek çamaşırlarının saklandığı çekmecede, öyle ki kâğıdın kokusu
Mariana’nın tenindeki başka kokuların uzak mirasçısı olan giysilerin parfümüne karışıyordu.”
Bir yanda ilkeler, edebiyat, devrim, aşk, dostluk ve aile, diğer yanda ihanet, siyaset, faşizm,
haset, düşmanlık, zehirli aile ilişkileri… Çağdaş İspanyol yazınının en önemli isimlerinden, bol
ödüllü Antonio Muñoz Molina’nın ilk romanı Ne Mutlu/Beatus Ille, İspanya toplumunun ikiye
bölündüğü, ailelerde zıt fikirlerin düşmanlıklara yol açtığı, arzuların kolaylıkla ihanetlere
dönüştüğü İç Savaş dönemini, usta bir anlatıcının merak uyandıran dolambaçları ve
sürprizleriyle anlatıyor. Hem devrimcilerin hem de avangart edebiyatın cephesinde ön
saflarda yıldızı parlayan yazar Jacinto Solana’nın kaybı sonrasında, sıkı yönetimin bitip eski
defterlerin peşine düşüldüğü dönemde, devrimci yazara hamilik eden aileden genç bir
edebiyat meraklısı, aile konağına gelerek Solana’nın izini sürmeye başlar. Arayışı boyunca
Solana’nın yazdıklarını, ailesinin gerçek yüzlerini, dostlukları, ihanetleri, siyasi kavgaların
terörünü, sanatsal tutkunun ruhunu bulur, her bulduğuyla da hikâyenin ve hayatın boyutu
değişir.