Sümer/Akad’dan Mısır’a, Pers’den Roma’ya, Selçuklu’dan Osmanlı’ya uzanan derin bir tarihin ürünü olarak devlet, bu coğrafyada devletten daha fazla bir şeydir. Kutsal, hegemonik ve değişken karakteriyle devlet, zamanda ve mekanda hareketi, parçalanma ve bütünleşme dinamiği, özü ve görüntüleriyle özgün bir siyasal varlıktır.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, derin devletin ruhunu taşımakla birlikte, o ruhun terk edilmesini de içeren bir trajedi sonucu, Osmanlı’nın yıkılışının enkazı üzerine kurulmuştur. Ve siyasal ömrü, bu derin tarihsel ruh ile müesses reel devlet gerçekliği arasındaki paradokslarla doludur. Bu toprakların değişim ve muhalefet geleneği, derin devletin görüntü değişimini sağlayan bir dinamizmi ifade eder. Bugün milletin özünde sakladığı tekrar bütünleşme yönünde harekete geçen derin devlet ruhuyla, mevcut reel devletin oligarşik elitlerinin self kolonizatör misyonu arasındaki çelişki sadece Türkiye’nin değil, bütün bölgenin kaderini belirleyecektir.
Devlet aklı, milletin aklıyla özdeşleştikçe, bu çelişki tarihin ritmine uygun bir yenilenmeyle çözülecektir. Bunun için milletin en organik damarı üzerinden geçmişle geleceği sentezleyecek bir siyasal değişim gerekmektedir. Bu damar, derin devlet ruhunun eleştirel mirasına sahip olan İslamcılıktır.