Devlet ve toplum yapısında bozulmaların görülmeye başlandığı 17. yüzyıl Osmanlısı, ilmiye sınıfının en alt zümresini temsil eden Kadızâdeliler ile Sivâsîler (sûfîler) arasında gerçekleşen hararetli tartışmalara tanıklık etmiştir. Esas itibariyle problemin ıslahına katkı sunmayı amaçlamış ancak amaca yönelik yöntemlerde anlaşamamış bu iki ekol, birbirine karşı yaklaşık yüzyıl boyunca devam edecek bir mücadele sergilemiştir. Bunlar arasında fakihler olarak da anılan Kadızâdeliler’in savunduğu fikirler, İslam tarihinde problemlerin çözümü için dinin özüne dönmeyi öneren Selefî düşünce ile benzerlik arz eder. Sivâsîler ise bu düşünceye karşı içinde tasavvuf kültürünü de barındıran geleneksel anlayışın savunucusu konumundadır.
Tartışmanın kontrolünü kaybettiği dönemlerde bid’at olduğu gerekçesiyle minarelerin yıkılmaya çalışıldığı veya şirk bulaşan toprağını denize döküp temizlemek için sûfî tekkelerinin yıkımına teşebbüs edildiği ilginç manzaralarla karşılaşılır. Bu gibi sebeplerle Kadızâdeliler ve Sivâsîler arasında vuku bulan bu tartışmalar siyasî ve ideolojik olarak nitelendirilse de, her iki ekol tarafından dinî-hukukî bir zeminde temellendirilmeye çalışılmıştır. Bu eser, tartışmayı tarihi veriler ışığında incelemenin ötesinde işbu temellendirmenin nasıl yapıldığını, tarafların kendi eserlerinden öğrenmemize imkân sunacak niteliktedir.