Yıl 1993
‘Ah o 90’lar’ diyoruz ya hani… İşte o yıllar. Kasetçilerin bangır bangır yeni çıkan albümleri çaldığı, uzaktan kumandalı televizyonun büyük lüks olduğu, bayramlarda, yılbaşlarında o simli kartpostalların yollandığı, sobalarda kestane kavrulan yıllar. Hatıra defterlerimize kalbi kadar temiz sayfayı ayıran, unutursak küsecek, mektubunu kesecek arkadaşlarımızın bulunduğu, virajlı yollarını arabesk şarkılarla, yoklukları dostluklarla aştığımız yıllar. Hala aşkın, hala dostluğun, hala insanlığın değerinin olduğu yıllar.
Ve o yıllarda sekiz milyonluk dev kent İstanbul… İçinde bir gariban kağıt toplayıcısı… Yüreğinde sevdası, dilinde şiirleri ile bir delikanlı. Kentin her yerinde ağaçlara iliştirilmiş küçük not kağıtlarında yüreğinden taşanlar. Kendisini değil ama, dizelerini belki bir gün sevdiceği görür diye.
O, kimseciklerin tanımadığı Osman. Nam-ı diğer, Meçhul Delikanlı.
“Maalesef okuduğumuz kitaplardaki gibi değildi gerçek hayat. Hiçbir Keloğlan peri padişahının kızını alamıyordu. Tek gözlü devlerle, yedi başlı ejderhalarla savaşsa bile… Bunlar masalların hoş hülyalarıydı sadece. Gerçek yaşamın kriterleri arasında yeri bile yoktu, sevdiği için dağlar delmenin. Ya da Mecnun olup çöller aşmanın… Yıl 1993’tü ve bu mega kent diye adlandırılan şehirde bir garip insancıktı sadece; kağıt toplayıcısı Osman.”
Bu hikaye, yokluklar içinde varlığın hikayesi
Bu hikaye, yaşama sımsıkı tutunanların, zorlu hayatların hikayesi
Bu hikaye umudun, duanın, şükrün, aşkın, dostluğun hikayesi
Bu, insan gibi insanların hikayesi
Bu hikaye, Meçhul Delikanlı’nın gerçek yaşam hikayesi