Kur’an Allah’tan sakınıp korkanlar, varlık âleminde Allah’tan başka hiçbir şeyden kaygı duymaya ve korkuya düşmeye yer olmadığına inanan takva ehli için bir hidayettir; sırat-ı müstakim’in haritasıdır.
Kur’an biz insanlara Rabbimiz katından gönderilen bir mektup ise, bunu gönderenin neyi anlatmak istediğini bilmemiz; Kur’an’dan azami faydayı sağlamak için usulüne uygun okumak gerekir.
Uzun zamandır Batı’da İslam üzerinde çalışan oryantalistler ve İslamologlar, İslam dünyasında da bazı aydınlar ve elbette en çok ilahiyatçılar “tarihselcilik ve hermönetik” konularıyla uğraşmaktadırlar. Her iki kavram da sonuç itibariyle bir “okuma ve anlama biçimi” olup Kur’an’a uygulanmaya kalkışıldığında bir yandan vahyi ve tefsir ilmini ilgilendirmekte, diğer yandan Kur’an’ın bugün için nasıl anlaşılması gerektiği konusunu gündeme getirmektedir. Pakistanlı düşünür Fazlurrahman ve İranlı düşünür Abdülkerim Süruş’un vahiyle ilgili “tarihselci” tezleri ve onların söylemlerini tekrar edip vahyi ilahiyi aşkın mahiyetinden sarsıp antropolojik-beşeri bir söyleme dönüştürmeye çalışanlar, Kur’an vahyine ilgi duyan insanları ve tecessüs içindeki gençleri usûlüne uygun bir arayıştan uzaklaştırmaktadırlar.
İslamiyet’in en ayırt edici vasfı sahih bir vahye ve tevatüren bize gelmiş bir kitaba sahip olmasıdır. Ateistler ve deistler vahyi tam olarak anlamazlar, Yahudi ve Hıristiyanların da vahiy ve nübuvvet / risalet görüşleri Müslümanlarınkinden farklıdır. Bu açıdan bakıldığında vahiy, İslam dininde temel taştır, bu taş çekilecek olsa sistemin tamamı çöker.